sibel'in seyiri
15 Kasım 2011 Salı
Seni Korumak İçin(*)
17 Ekim 2011 Pazartesi
Bilişime Komple Girişim
Ülkede yapılan her reform(!), Türkiye Cumhuriyeti'ne atılan çok ciddi bir darbe iken ve tüm bu çökertmelere kimsecikler ses çıkaramayacak duruma getirilmeye çalışılırken, insanların küçük gruplar halinde yürütttükleri pasif direnişlerini tetikleyen ve toplanmalarını sağlayan "internet" gibi bir kavramın/oluşumun/aracın; rahatsız edici sinek vızıltısı gibi hissedilmesi ve kolunu kanadını budayarak "adam etmeye" çabalamaları elbette kaçınılmazdır. Zihniyet bu ise ve geçilen yollar / gelinen noktalar takip edildiyse; bundan sonra da kısa veya uzun vadede neler olacağını anlamak ve görmek zor olmayacaktır.
Kolunuz, bacağınız, gözünüz, kulağınız yerindeyken ve mâazallah henüz hiçbirine bir şey olmamışken; dizlerine vurarak, içi yanarak interneti "müstehcen" olarak tasavvur eden adamın sözlerine kulak verin.. İçinizi dışınızı onun nur cemâli bürüsün; bir sözünü emir, tükürüğünü yağmur, ideallerini kutsal kitabınız tayin edin!... "Bu bilgisayar oyunları filan..." bozar insanı..
Hem?
Hem teknoloji de neymiş canıım?!
Verin ellerimize birer tefsir kitabı; bağdaş kuralım evlerimizde onlara kafa yoralım.. Kur'an okuyalım ve hatta hatim indirelim.. İndirdiğimiz hatimleri, dünyanın geleceğini kurtarmak için kullanmaya çabalayalım... Bu dünyada ne gayesi olabilir ki bizim gibi müstehcenlik düşkünü çakal takımlarının? Yani iki cihanda selamete ve mutluluğa ulaşmak için Allah-u Teala'nın kitabını; yine O'nun muradına uygun bir şekilde anlamak, anlatmak ve yararlı hükümler çıkarıp cihanı fethetmeye çalışmak neyimize yetmiyor allasen? İnsan mıyız biz? İnsan ne demektir? Nedir ki insan hem?
... ve evet,
asırlardır yüzlerce kez tecavüz edilmiş insanlık onuruna tecavüz etme sırası, sırasını bekleyenlere geldi...
... ve sonumuz,
iki dudak arasından çıkacak uygun kelimelerle dansetmeye hazırlanıyor.
...ya diğerleri?
"Usame Bin Ladin öldürüldü"
Çok ilginç!..
Neredeyse bütün evrende neler döndüğünü takip edebilen bir teknolojiye sahipken; başkanlık seçimlerinin arifesinde, usulünce oynanan klasik mide bulandırıcı kapitalizm numaralarıyla karşı karşıyayız.
Usame Bin Ladin'in öldürülmesinin yani müslüman görünümlü, saçlı sakallı, sarıklı bir teröristin ailesiyle birlikte kökünü kazır bir kararlılıkla öldürülmesinin, ve akabinde "türbe yapılmasın" inancıyla cesedinin denizde balıklara yem edilmesinin kime ne yararı olmuş olabilir? Bunu bir düşünmek gerekiyor...
Bin Ladin, Amerika'nın ikiz kulelerini alaşağı etti, yüzlerce insanın ölümüne yol açtı.. Bunu biliyoruz ve bu kabul edilir bir şey değil... Terörün nereden geldiğinin ve kim tarafından gerçekleştirildiğinin, insanlık için çok bir önemi yok. Sivil halk olarak; amaçlar, gayeler ve hırslar uğruna her an her yerde pisi pisine canımızı verebiliriz.
Demem o ki;
Bin Ladin'den önce terör yok muydu? Bin Ladin'den önce insanlar şuursuzca katledilmedi mi? Bin Ladin'den önce yüzlerce insanın bir arada yakıldığı parçalandığı toplumsal terör - cinnet vak'aları yaşanmadı mı? Dünya'daki terör tarihini, Bin Ladin'den önce - Bin Ladin'den sonra diye mi takvimlendirmeliyiz?
Herkes bi'otursun yerine...
Bin Ladin, Ortadoğu'da ve Orta Asya'da oynanan kirli iktidar savaşının en önemli kozlarından biriydi. Onu diğerlerinden ayırt eden tek özelliği ise, Amerika'nın kulelerini yıkacak kişi olarak bu oyunda başrole seçilmesiydi. Bu sayede ünlü oldu, bu sayede meşhur oldu, bu sayede aranan kişi oldu.. Amerika'ya elini uzatan asi delikanlı olarak tarihe geçti.
Elbette ki Amerika'ya el uzatan bir tarih adamının ölümü de şanına yakışır olmalıydı.. Amerika "türbe" olacak şekilde bu küçücük adamın mezarının olmasına izin verseydi, büyüklüğünden çok şey kaybedecekti.. Çünkü Amerika ezendi, taş üstünde taş bırakmayandı, Dünya'nın her köşesine istediği gibi girip çıkar, istediği yerde at koşturur, koşturduğu atların kum üzerinde havalandırdığı tozlarla da, başka coğrafyaları alaşağı edecek güçlü bir dinamikteydi.
Amerika, Amerika'ya el uzatanı bir köpek gibi süründürürdü. Amerika bu, elbette yapardı!... Yoksa şanına leke sürülür, insan içine çıkamayacak hale gelirdi...
Şimdi, Bin Ladin'in ölümünden sonra yani, hayatta olan El Kaide'den dolayı surlarını örmekle meşgullerken; savaş etiği gereği, darbeyi karşıdan mı bekleyecekler yoksa tekrar kök kazımak için hangi coğrafları bombalamaya başlayacaklar, bu uğurda daha kaç sivili savunmasız öldürecekler, merak konusu...
..ve sanırım bu gazla giderlerse, başkanlık seçimini yine büyük bir zafer coşkusu ve elbette beraberinde gelen huşu yelpazesi içinde, toplumsal bütünlük ve barış içinde geçirecekleri gün gibi aşikar..
...helal olsun size!...
Gök'ün Çek'i
Melih Gökçek'in pervasızca ve kendini bilmezce ürettiği l(g)aflara bir yenisi daha eklenmiş bulunmakta.. Bu adam ne zaman herşeyden elini eteğini çekip, muhteşem yuvasında seyr-ü sefa'sını sürecek çok merak ediyorum.
Bre adam, memlekete dair en ufak bir "iyi yolun" yokken; her şeyi her gün daha da beter hale getirmek için elinden geleni yapıyorken; milletin gözünün içine baka baka hakaretlerini arka arkaya savurup, sana en ufak bir eleştiri geldiğinde de ortamlarda "şeref" tahayyülü yapacak kadar çok şerefliyken; nasıl hala bu kadar seviyesiz bir pişkinlikle etrafa gülücükler salabiliyorsun?
Gidişini ve tahttan ineceğin günü heyecanla bekliyorum.
O da normal olur mu, giderken nasıl bir hezeyan ve karışıklık yaratırsın, kimlere ne tür laflar edersin; gerçekten kestiremiyorum. Biliyorum ki; senin gibi düşünüp ve senin sarfettiğin güzellikte cümleler sunmak için Türkçe'mize; senin yakınında/civarında ve senin gibi düşünüyor olmak gerekir.
Önü alınamaz bir gıpta ve "tüm iyi niyetimle" izliyorum seni...
Kalbe kan hücum ederse...
Kalp ağrısı hususunda, hadisenin bilimsel tarafına bakarsak; ani duygu değişimleri, beyin fonksiyonlarına bağlı olarak kalp basıncını derhal tetikleyeceğinden; yüksek sevinç, heyecan ya da yüksek üzüntü durumları kalp basıncını arttıran ya da azaltan faktörlerdir. Tıp bilimi Cem Özer'in başına gelene "kırık kalp sendromu" demiş zaten. Bu sebeple, daha fazla irdelemenin, anlamsız araştırmalara girip de okur ruhunu daraltmanın bir manası yok.
Kalp ağrısı hususuna, hadisenin duygusal tarafıyla da anladığımız ölçüde bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Şöyle ki; iki eş arasındaki ayrılıktan kalbin etkilenme derecesi kişiye / kişilere göre ya da yaşanmışlıklara oranla değişkenlik gösterebilir. Zira eşlerden biri, diğerinden -boşanmış olsalar bile- daha hastalıklı yani daha "bağımlı" olabilir. Bağımlılık anlayışının, hele ki "bir insana bağımlılık" anlayışının ne derece tehlikeli bir kişilik bozukluğu olduğu kuramından yola çıkarsak; Cem Özer'i hasta eden kalp ağrısını hem duygusal, hem psikolojik, hem de fizyolojik olarak tanıma şansı edinebiliriz, evet bunu yapabiliriz...
Her insan gibi, her ilişkinin de bir sonu vardır. Yaşadığımız ve yaşarken bize eşlik eden her duyguyu da zamanla tüketmemiz bundandır. İnsan ilişkilerinin bile, kapitalizmin düzen anlayışıyla aşırı bir acelecilikle yenilip yutulduğu bu dönemde, uzun sürmüş ve bitmiş bir birlikteliğin ardından kendini hasta edecek derecede üzmek; açıkcası bana çok mantıklı gelmiyor. Sanırım böyle durumlarda bir uzman desteğine ya da bünyeye uzman desteğinde zerk edilecek belli oranlarda lityuma ihtiyacımız olabilir.
Bu yüzden hadisenin özünü oluşturan ve "hasta eden"kavramını, "sevdiği kadını başka bir adama kaptırmış" olmanın verdiği hırsla cereyan eden ve neticesinde fizyolojik olarak dışa vurulmuş önemli/önemsiz bir kırıklık olarak algılıyorum.
Üzülmeyin arkadaşlar... Hırs yapmayın...
Hayat kısa.. çok kısa.
...üç günlük kısacık yaşamınızda, bir gününüzü gidenin ardından ağlamakla, ahlayıp vahlamakla ve ne bileyim boşa kürek sallamakla harcamayın.
Bilin ki:
Gitmek, gitmektir... İşte hepsi bu.
...
Sıvaz Oğlanları
Erkeğe:
"Abi gözünü seveyim yapma, etme... Bak o kadın; çaresiz savunmasız, senin bir fiskenle bak nasıl da manyaklaşıyor, nasıl da köpekleşiyor, nasıl da canı yanıyor ve kurbanlık bir koyun gibi aciz kalıyor?! , abi beni ağlatma lütfen vurma, acı O'na!"
...demeye getirilmiş derecede kadını aşağılayan ve kadına "insan" muamelesi yapılmayan, aşırı determinizm* anlayışıyla; kendini beş para etmez bir pazarda satışa sunmuş; iğrenç ve şiddet yanlısı erkeğin sırtını sıvazlayan aptalca ve berbat bir kampanya olarak algılıyorum.
Zaten bilinçli-bilinçsiz olarak insanların ezilmeye çalışıldığı; bir dalga gibi içten içe şiddetin körüklendiği ahlaksız, kendini bilmez, ruh hastası kaynayan ve kanayan bir toplumda yaşarken; bir de bu tür ileri faşizm içeren "sözüm ona olumlu ve yapıcı" reklam kampanyaları eşliğinde, biz kadınlar olarak şiddete uğramadan insanca yaşamak için, kaç kilometre daha yürüyeceğiz bilemiyorum, kestiremiyorum..
İnsan dediğin fiziksel olarak üstün olduğu birine el kaldırma içgüdüsüyle yaşamaz!.. İnsan dediğin, kendi içinden çıkamadığı içsel problemlerini dışa vururken, elinin tersiyle yanındaki insana bilinçli olarak vurmaz!.. İnsan dediğin, konuşur. Sıkıntısını, dilinin döndüğünce karşısındaki insana anlatmaya çabalar!.. İnsan dediğin, tüm bunlar olamıyorsa; istenmediği yerde durmaz, çeker gider!..
Bunlar yanlışsa yanlış deyin, beni kötüleyin!
Sizin küçük beyinleriniz; erkek olmayanı dahi kışkırtabilecek potansiyelde bir çekim güzelliğiyle, saniyede bin kare (1000 kare /sn) çekebilen güçlü kameralarla, "şiddeti şiddetle kötüleyen" kampanya oluşturmaya yetiyorsa şayet, bugün yarın şiddete maruz kalacak bir kadının başına gelenlerden/geleceklerden de sizi sorumlu görme hakkına sahibim, sevgili yapımcılar...
Hiçbirinizde mi akıl yoktu ki, bu kampanyanın ne tür saçmalıklara zemin olabileceğini düşünmediniz?
Üzülerek dile getiriyorum ki; tabandan yükselen sesler bana bugün şunları söylüyor: "Dur la dur la!.. Bugün ağır çekimle izlediğim tokat sahnesindeki şekili, akşam benim karı üzerinde uygulayacam, bakalım bizim karının da yüzü aynı titreme şekliyle sarsılacak mı!"
Bu köhne toplumu bu şekilde bilinçlendiremezsiniz! Teknik kaynaklarınızı kullanırken, biraz da kafanızı kullanmanızı diliyorum...
(*)determinizm: ahlaki seçimler dahil bütün olayları, özgür iradeyi ve insanın başka türlü davranabilmesi olanağını dışlayan, önceden varolan nedenlerce belirlendiğini savunan kuram.
Not: Bahsi geçen çekimi izlemeyen izlekler için, aşağıda bağlantıyı paylaşıyorum:
http://www.facebook.com/video/video.php?v=10150090559607215&oid=143373262392740&comments
EVgenekon
Tek farkı; bu darbeyi üniformalı askerin yapmamış olması.
Ordudan tuttuk önce, hukukçulara, sonra siyasetçilere, sonra gazetecilere ve en nihayetinde halka yayılacak olan kocaman bir çark oluşturuldu; herşey yolunda gidiyor...
İnsanlar susturuluyor, korkutuluyor, bastırılıyor, canları çıkarılıyor, her türlü gaddarlığın alası, kocaman bir canavar modunda üzerimize üzerimize geliyor.. Bakalım daha kimler, EVlerinden alınarak gözaltına alınacak, tutuklanacak, saçmasapan yasalarla tutuklanıp cezaevlerine konulacak; süründürülecek, sürgüne gönderilecek.... İnsanlar bakalım daha ne kadar yaşadıklarına, yaşıyor olduklarına pişman edilecek!...
Bu aptalca düzen içinde, öylesine sistemli yürütülen bir sivil darbe ki bu; içerisinde tek bir hata aramak çok çok aptalca olacak...